Meridyen Eğitim Kurumları

Dr. Ahmet Bekaroğlu


‘İSRA VE MİRAC GECESİ’ Nİ KENDİ KENDİMİZE DEĞİL, TOPLUMLA BERABER KUTLAYALIM

Yazımın başlığını özellikle ‘İsra ve Mirac’ olarak koydum.


Öyle ki Receb Ayı’nın yirmi yedinci gecesine ‘Mirac Gecesi’ demekle yetindiğimizde; teknik bir hata yapmış oluyoruz. Çünkü Mirac olayı; bu gece gerçekleşen mucizenin sadece ikinci aşamasıdır. İlk aşaması ise; İsra’dır. Zaten bu geceyi anlatırken baz aldığımız ayet; İsra Suresi’nin ilk ayetidir ve burada ‘İsra’ olayı anlatılmakta, ‘Mirac’ ise; Sünnet’te yer almaktadır. Ayrıca bu gece hayatımızda o kadar önemlidir ki biz; bu gece doğan çocuklardan kızlara genelde ‘Esra’, erkeklere de; ‘Mirac’ ve ‘Burak’  adlarını veririz.

       ‘İsra’; sözlükte; ‘geceleyin yürümek’, İslam İlahiyat literatüründe ise; Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın Mekke’de Kabe’nin bulunduğu Mescid-i Haramdan,  Mescid-i Aksa’ya   yürütülmesidir ki bu olay; Kur’an-ı Kerimde şöyle anlatılmaktadır. “Ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu gecenin birinde Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya yürüten Allah; noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç kuşkusuz O, işitir ve görür” (İsra,17/1). Sözlükte, ‘yükseklere çıkmak’ anlamındaki Mirac ise; sahih hadis kaynaklarında anlatıldığına göre, peygamberimizin bazı emirler alması için Mescid-i Aksadan Allah’ın huzuruna kabul edilmesidir. Hicretten bir buçuk yıl önce Receb Ayının Yirmi Yedinci Gecesi Hz. Peygamber, -kaynaklarda bu konuda iki rivayet var- amca kızı ‘Ümmühan’ın evinde ya da Kabe’nin ‘Hatim’ denen bölümünde iken Cebrail Aleyhisselam gelerek kendisini ‘Burak’ adındaki bir binekle Kabe’nin bulunduğu ‘Mescid-i Haram’dan alarak ‘Mescid-i Aksa’ya getirmiştir. Hz. Peygamber yolculuğuna oradan da ‘Refref’ adındaki bir vasıta ile devam ederek ‘Sidretü’l Münteha’ya yükseltmiştir. Hz. Peygamber; bundan sonraki yolculuğuna yalnız devam ederek Yüce Allah’ın huzuruna çıkmıştır. Her yolculuğa çıkan kişinin yakınlarına yanında getirdiği bazı ikramları gibi; Hz. Peygamber de bize bu gece; ‘Beş vakit namaz’, ‘Bakara Suresinin son iki ayeti’ (Bakara, 2/285-286) ve ‘Allah’a ortak koşmayanların eninde sonunda cennete girecekleri müjdesini’ getirmiştir.

       Aslında itiraf etmeli ki bizler; ‘İsra ve Mirac Gecesi’ni kutlarken genelde uzmanların çalışma alanı olan bu gecenin teorik olan yönünde performansımızı harcayıp tüketiyoruz. Bu gece gelen buyrukları hayata geçirmek yerine, -benim de şu anda yaptığım gibi- ‘Hz. Peygamberin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Haram’a nasıl geldiği?, Allah’ın huzuruna nasıl çıktığı?, bu yolculuktaki bineklerinin özelliği ve yolculuğu sırasında kimlerin kendisine refakat ettiği?’ gibi konularla zamanımızı tüketiyor ve böylece enerjimizi de boşa harcıyoruz. Bu durumun aksine yapılması gereken ise; işin pratiğine geçerek ‘Bakara Suresi’nde bu gece ile ilgili buyrukları ve ‘İsra Suresi’nde insanlık tarihi boyunca yapılan -bir anlamda İnsan Hakları İhlalleri de olan– ilkeleri hayata geçirip, yaşamın güzelliğine katkıda bulunmaktır. Çünkü; “İsra ve Mirac Olayı’nın nasıl gerçekleştiğini?” bilmemek bize bir şey kaybettirmez. Gece ile ilgili buyrukları yaşamamak ise;  bizden çok şey alıp götürür. Bakara Suresinin 285-286. ayetlerdeki, “Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman edilmesi ile Allah’ın kullarına verdiği görevlerin, kolaylıkla yapılabilecek özellikte olduğu” ilahi öğretiler; bu gece gönderilerek dikkatimize sunulmuştur. Yine bu ayetlerde; ‘kişinin olumlu davranışlarının kendi lehine, olumsuz olanlarının ise, kendi zararına olduğu açıklandıktan sonra, kendisinin davranışlarındaki hürriyeti belirlenmiş, unutmak ve hata ile işlenen suçların sorumluluk getirmediği’ vurgulanmıştır. Kulun Yüce Yaratıcıya sığınırken, “Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği şeyleri yükleme, affet bizi, bağışla bizi, acı bize, küfre sapanlara karşı yardım et bize” şeklinde, herkesin iç dünyasındaki samimiyeti ile dua edebileceği ve duahan olmasının zorunlu olmadığını açıklayan, dua formülleri de verilmiştir. ‘İsra Suresi’nin 1-38. ayetlerdeki buyruklar ise; insanlık tarihi boyunca işlenen ve Cahiliye Dönemimde adeta zirve yapan insanlık suçları sonucunda, Yüce Yaratıcının, ‘bu insan hakları ihlalleri devam ettirilmesin diye- Hz. Peygamber’i sanki olağanüstü kabulü niteliğindeki toplantının içeriğini oluşturmaktadır. Önemli kararların önemli kabullerde karara bağlanması gibi, bu olağanüstü kabulde Yüce Yaratıcının verdiği hayati direktifleri; bu toplantının adeta sözcüsü konumunda olan Hz. Peygamber; -tabir caiz ise- bir ‘Sonuç Bildirgesi’ ile ‘İsra Suresi’nde ‘Dünya ve Ahiret Mutluluğu’ için; insanlığın dikkatine son kez özetle şu şekilde açıklamıştır:

       “Şüphesiz ki bu Kur’an; yegane doğru yola iletir. İyi davranışlarda bulunan mü’minlere; kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler. Suçun ferdiliği esastır. Hiçbir günahkar bir başka günahkarın suçunu taşımaz. Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azap edecek değiliz. Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya-Babaya çok iyi davranın. Onlardan bir veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara ‘Öf’ bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel sözler söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve; ‘Rabbim küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse şimdi de sen onlara merhamet eyle’ diye dua et. İç dünyanızı Rabbiniz daha iyi bilir. Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere saçıp savurma. Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdır. Eli sıkı/cimri olma, büsbütün eli açık da olma. Açlık korkusu ile çocukları öldürmeyin. Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, çok kötü bir yoldur. Allah’ın saygıya layık kıldığı cana, haklı bir sebep yokken kıymayın. Ahdinize vefalı olun, çünkü verilen söz sorumluluk getirir. Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Hilesiz terazi ile tartın. Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme. Kulak, göz ve kalbin hepsi yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme. Çünkü sen, yeri asla aşındıramazsın, uzunlukça da dağların yüksekliğine ulaşamazsın. Bütün bu sayılanların kötü olanları; Allah katında da kötü işlerdir”.

       Bu ayetler aynı zamanda Hz. Peygamber’in daha  risaleti öncesi Nur dağının Hira mevkiinde, ‘insanlığın düştüğü buhranın nasıl aşılacağını?’ düşündüğü sorunun cevabını oluşturan, ‘Yaratan Rabbının Adı ile Oku’ diye başlayan ‘Alak Suresi’nin 1-5. ayetlerinin de adeta tefsiri gibidir. Bu gece değerlendirilirken sadece nafile namaz kılmak ve gündüzünde de nafile oruç tutmakla yetinmemelidir. Çünkü  bu eylem; sadece sahibine fayda sağlayacağı için, ‘İsra ve Mirac Gecesi’ni kendi kendine kutlamaktan öteye geçmez. Gecenin gerçekte değerlendirilmesi ise;  buna ilave olarak yukarıda zikrettiğimiz Bakara Suresinin son iki ayeti ile ‘İsra Suresi’ndeki 1-38. ayetlerde anlatılan hususları da anlayıp yaşayarak geceyi toplumla beraber ihya etmektir. –Biz gece ile ilgili olarak nafile oruçları geceyi karşılama anlamında önceden tutuyoruz. Ay Takvimine göre günler akşam ile başlayıp bitiği için söz konusu gündüz aslında geceyi takip eden gündür- ‘İsra Suresi’nin 1. ayetinde ‘Mescid-i Haram’; tevhidi simgeleyen ve Müslümanların namazda yön birlikteliklerini de sağlayan ibadet amacı ile Hz. Adem’in meleklerle yeryüzünde inşa ettiği ilk bina ‘Kabe’yi içermesi ile (Al-i İmran, 3/96) bizim dikkatimize sunulan önemli kavramlardan biridir. Bu ayetteki diğer önemli kavram ise; ‘Mescid-i Aksa’dır ki müslümanlar Medine’de iken bir süre buraya yönelerek namaz kılmışlar ve Hz. Peygamber de buradan Allah’ın huzuruna yükselmiştir. Kudüste Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa diye bir mescid yoktu. Hz. Süleyman’ın inşa ettiği ama sonradan yıkılan bir mescid vardı ve buna ‘Süleyman Mabedi’ denirdi ki bunu çevreleyen bölgeye, ‘Beyt-i Makdis’ denirdi. – Sonradan yıkılan  ‘Süleyman Mabedi’ nin yerinde sadece batı duvarı kalmıştır ki buna, Yahudiler. ‘Ağlama Duvarı’ demektedirler.

       Alimlerden bir kısmı, “İsra Suresi’nin başında işaret edilen Mescid-i Aksâ’nın, Cirane’de bulunan bir mescit olduğunu, çünkü; Kur’ân indiği zaman Kudüs’te Mescid-i Aksa adıyla bir mabet olmadığını, harabe halinde bulunan Süleyman Mabedinin, onarılmış olsa da adının Mescid-i Aksa olmadığını,  hem Yahudiler kendi mabedlerine niçin mescit adını versinler ki? Kur’ân’ın indiği sırada Kudüs’te bu adla bilinen bir mabet bulunmadığına göre İsra Suresi’nin baş tarafında Hz. Peygamber’in yürütüldüğü mescidin, Araplarca bilinen bir mescit olması gerektiği bunun  da Kudüs’te değil, Mekke yöresinde bulunan bir mescit olmasını gerektirdiği, öyle ise Mescid-i Aksâ’nın Cirane’de, Hz. Peygamber’in ihrama girdiği mescit olduğu’ görüşündedirler. Ancak; alimlerin ekserisine göre bu doğru değildir ve kanımızca da bu görüşe katılmak mümkün değildir. Çünkü Kur’anda  bahsedilen bir  Mescid’in iddia edildiği gibi sonradan harabe olsa bile, kalıntıları olmasa da en azından  yerinin bilinmesi gerekir.

       Büyük İslam Mütefekkiri Muhammed Hamidullah  ise, “ayette geçen ‘en uzak mescid’ anlamına gelen Mescid-i Aksa’nın Kudüsteki mescid olamayacağını, bunun semavi bir mescid olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Filistin’den ‘en yakın yer’ diye söz edilmektedir. (Rum, 30/3). Şu halde en uzak mescid (el-Mescidü’l-Aksa) Kudüste olmamalıdır. Öte yandan Kudüste eski mabed (Süleyman Mabedi)İslamiyetten çok önceden ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksa ise henüz yapılmamıştı. Bununla birlikte müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüsteki Süleyman Mabedi olduğunda müttefiktirler.  Bu görüşe katılan İbn-i Aşur, ayette Hz. Muhammed’in ümmeti tarafından eski mabedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir. Nitekim Müslümanlar Hicri 66-73 tarihleri arasında bugünkü Mescid-i Aksa’yı inşa etmişlerdir” (Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, c. 3, s. 460-461). Ayrıca Muhammed Hamidullah, “Kur’an’da geçen el-Mescidu’l-Aksa’nın hadislerde Mescidu’l-Aksa şeklinde geçtiğini ifade ederek Buhari gibi birçok hadis kitabında Rasulullah’tan şu hadisin nakledildiğini söylemektedir: “Bineklerinizi sadece şu üç mescid için hareket ettiriniz. Mekke’deki Mescidu’l-Haram, Medine’deki Mescidim/Mescid-i Nebevi  ve Mescidu’l-Aksa”.  Hadis metnindeki Mescidu’l-Aksa terkibi; arap dili grameri açısından muzaf – muzafun ileyh terkibindeyken, Kur’an-ı Kerim’deki  el-Mescidu’l-Aksa ifadesind ise sıfat – mevsuf ilişkisi vardır. Hatta Mescidu’l-Aksa lafzının geçmediği onun yerine Mescid’u Îlya  geçtiği nakilleri de söz konusudur. Dolayısıyla Kur’an’daki ifade ile hadislerdeki ifade birebir örtüşmemektedir.“Müslümanlar Kâ’be’nin kıble olmasından önce namazlarında Kudüs’te bulunan ve Yahudiler tarafından inşa edilen İlya mescidine yöneliyorlardı. Araplar buraya genel olarak İlya Mescidi yahut Beytu’l-Makdis adını veriyorlardı”.

       Bu farklı görüşleri belirttikten sonra şu sonuca varıyoruz. Kaynaklarda yer alan Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’ün ismi olarak geçmiş olması; bu ismin bir bölge adı olarak kullanıldığını bize öğretiyor. Yani Hz. Peygamber Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs diye bildiğimiz bugün Mescid- Aksa denen bu şehre/bölgeye getirilmiştir.  Kudüs; müslümanlar tarafından fethedildikten sonra yukarıda da belirttiğimiz gibi yahudilerin ‘Ağlama Duvarı’ dedikleri Süleyman Mabedin’nden kalan batı duvarının güneyinde bugün,‘Mescid-i Aksa’    olarak  bilinen mescid inşa edilmiştir. Ayrıca bunun yanında –Hz. Peygamber’in Mirac’a çıkarken üzerine bastığı ‘Muallak taşı’ içeren, ‘Kubbetü’s- Sahra’da inşa edilmiştir.

       İsra  konusunda Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı beyin görüşleri de çok ilginçtir. “Mescid-i Haram denen üniversite ile yahudi ve hıristiyanların üniversitesi olan Mescid-i Aksa’nın birleştirilmesi, Hz. Peygamber’in onlara yakınlaşması, yaklaştırılması için gerçekleştirilmiştir. Bu olay yahudi ve hıristiyanları  İslam’a davet için önemli bir yaklaşım niteliği taşımaktadır. Kitap ehlinin öğretileri ile  İslam arasında müşterek noktanın bulunması için gerçekleştirilen bir yaklaşım olan İsra; ayrılıkları, farklılıkları değil de kitap ehli ile olan müşterek noktaları öne çıkarmak için yapılan bir öğretim ve birleştirme faaliyetidir. Dedeleri Hz. İbrahim ile torunlarından olan Hz. Süleyman’ın inşa ettiği Ma’bed ve üniversitelerin birleştirilmesi, Allah’ın bitişmesini emrettiği şeylerin bitişmesini temin etmektir. (Ra’d, 13/21). Demek ki İsra; beyin, gönül ve nefis ülkelerinin bitişmesi gibi, Ma’bed ve üniversitelerin bitişmesini gerçekleştirmek amacını taşımaktadır. İsra denen öğretim faaliyeti; Kuır’an’ın hem mabed, hem değerler, hem ibadetler hem de tevhid inancı bakımından Kitab ehli ile Müslümanların sahip olduğu müştereki tesis etme amacı güdüyordu. İsra olgusunun gece olması; müslümanların insanlığı ihya edebilmeleri, geliştirebilmeleri için gece de çalışmalarını ilke haline getirmektedir.  Gündüz herkes çalışıyor, ama geceyi değerlendirenler, medeniyette öne geçeceklerdir. Gece çalışanlar; İsra olgusunu kendi hayatlarına tatbik ediyorlar demektir. Maddeyi enerjiye, enerjiyi maddeye çevirenler; uzun mesafeleri kısaltacaklardır. Kafasını yorup teknoloji üretenlere, uzak mesafeleri kısaltacak şekilde Allah, yardım edip onları yürütecektir. ‘Çalışanı Allah yürütür’ (Rahman, 55/33). Bu; bilgiyi teknolojiye çevirme iledir ki insanlar; göklerin ve yerin katlarını aşıp gideceklerdir. Hz. Süleyman’ın yanındaki ilim adamının göz açıp kapayıncaya kadar Belkıs’ın tahtını getirmesi (Neml, 27/40) olgusu mucizesi; bilim haline dönüşecektir. Kur’an’da bu iki olgunun, yani İsra ve Belkıs’ın tahtının anında getirilmesi; insanların önüne çok ciddi ödevler koymaktadır. Aksi takdirde onlar; tarihi bir olgu olarak kalır, sonraki nesillere bir kıssa olmaktan öte bir şey getirmez. Ama onlar; bilimsel araştırma yapan üniversitelerin önüne program koymakta, hedef göstermektedir” (Yeni Bir Anlayışın İşığında Kur’an Tefsiri, c. 11, s. 168-170).

       Kudüs; Hz. İsa gibi pek çok peygamberin geldiği şehirdir. Hz. Musa da bu bölgedeki Tur-i Sina’da perde arkasından Allah’tan vahiy almıştır. Ayetteki; ‘Etrafının mübarek kılınması ve bazı ayetlerin gösterileceği’ ifadesi; bu bölgenin jeopolitik,  stratejik  vb. açılardan her zaman olduğu gibi günümüzde de ne kadar önem taşıdığını hatırlatması bakımından ilginçtir.

       Kaynaklarda yer alan, Hz. Peygamber’in ‘İsra ve Mirac’ yolculuğundan ‘Arş’ı Kürs’ü gezdiği’ ifadesinden kanımca; ‘evrenlerin bu gece adeta bir şema olarak Hz. Peygamber’in gözleri önüne serildiği de’ anlaşılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber; daha önce İstanbul’a gelmediği halde, ‘Kostantiniye mutlaka fethedilecektir. Onu alan komutana ne mutlu, O’nun askerleri ne güzel askerlerdir’ buyurarak İstanbul’un önemine vurgu yapmasındaki bilgi, O’nun  bu gece yaptığı yolculuğun izlenimlerine dayanıyor olmalıdır. Hz. Peygamber’in gerek ‘İstanbul’, gerekse daha önce hiç görmediği ‘Mescid-i Aksa’nın pencere sayısına varıncaya kadar azılı düşmanlarını bile hayretler içerisinde bırakan doğru bilgiler vermesi de; medeniyetler sürecinde gelişim gösteren,  kıtalar arası internet ve hatta gelecek zaman içerisinde gezegenler arası haberleşme gibi çeşitli alanlarda ilgili uzmanlara kaynak teşkil eder niteliktedir. Hz. Peygamber bu mucizenin gerçekleştiği gecenin ertesi gününde çevresini bu konuda hemen bilgilendirdiğinde O’nun muhalifleri, şaşkınlık içerisinde Hz. Ebubekir’e koşarak, ‘Senin arkadaşın, Mescid-i Haram’dann Mescid-i Aksa’ya gittiğini, Arş’ı Kürs’ü gezdiğini söylüyor. Ne dersin? Böyle bir şey olabilir mi?’ diye sormuşlardı. Hz. Ebubekir de, ‘Sıddik’ yani ‘Doğrulayıcı’ ünvanını boşuna almamış olacak ki, “Ben Hz. Peygamber’i henüz görmedim. Konudan da haberim yok.  Ama; anlattığınız gibi şayet bunu size Hz. Peygamber söyledi ise, şüphesiz doğrudur. Ben; hiç terettüd etmeden ‘İsra ve Mirac Mucizesinin gerçekleştiğine hemen inanırım’ cevabını vermişti.

       Bu gece ile ilgili olarak kaynaklara dayanarak anlatılan; ‘Namazın ilk aşamada elli vakit olarak farz kılınması üzerine, Hz. Musa’nın Yüce Peygamberimizi, ‘Ümmetine çok gelir’, yönlendirmesi sonucunda Peygamberimizin bu durumu Allah’a arz etmesi ile dört beş merhalede namaz vakitlerinin elliden beşe indirildiği’ anlayışının; Yüce Yaratıcının bu gece doğrudan vahiy ettiği, ‘Bakara Suresi’nin 286. ayetindeki,  ‘Biz hiç kimseye gücünün üzerinde yük yüklemeyiz’  kuralı ile çeliştiği için; doğruluğunun kabulü mümkün değildir ve bu tamamen bir İsrailiyyat öğretisidir.  Çünkü; Hz. Peygamberin  ‘Namaz; Mü’minlerin miracıdır’ buyruğundan anlaşılacağı  gibi, namaz, günde beş vakit olarak farz kılındı. Süleyman Çelebi’nin Mevlidin  Mirac Bahrinde; “Her kaçan kim bu namazı kılalar, cümle gök ehli sevabın alalar, Çünkü her türlü ibadet bundadır, Hakk’a kurbiyyetle vuslat bundadır. Sıdk ile beş vakit olundukça eda; elli vaktin ecrin eyler Hak ata” diye veciz şekilde tefsirini yaptığı gibi; Yüce Yaratıcı beş vakit namazı gereği üzere ikame edenlere; dilediği takdirde beş, elli, beş yüz, yedi yüz hatta daha fazla katında ecri dilerse verecektir.

       Hz. Peygamber;  Cebrail ile olan yolculuğunda bize şunu da anlatıyor: ‘Allah Mirac Gecesi komşuluk ilişkilerinin öneminden o kadar bahsetti ki, biraz daha devam etse; komşunun komşusuna mirasçı olacağını yani malında hak sahibi olacağını söyleyeceğini sandım. ‘Mirac’tan dönerken bazı insanların, bakırdan olan tırnakları ile birbirlerinin yüzlerini tırmaladıklarını gördüm. Cebrail’e, ‘Yüce Yaratıcı beni huzuruna kabul ederek taltif etti yani ödüllendirdi diye biliyorum. Bu görüntüler de ne? diye söyledim. Bunun üzerine Cebrail bana, ‘hayatta iken birbirlerinin gıybetini yapanlar cehennemde birbirlerini böyle tırnakları ile parçalayacaklar. Bunu ümmetine anlatasın ve gıybetten uzak dursunlar diye bu manzaralar sana gösterildi’ cevabını verdi.

       Öyle ise özetle şunu söylemek mümkün. Yukarıdaki buyruklar –‘Bakara Suresi’nin 285-286. ayetleri ile ‘İsra Suresi’nin 1-38. ayetleri– hayata geçirildiğinde; şüphesiz bundan kendimiz, ailemiz, komşularımız, milletimiz ve dünya insanlığı yararlanacak ve hiç şüphesiz hayat; cennete dönüşecek ve böylece  geceyi toplumla beraber değerlendirmiş olacağız. Öyle ise bizim ‘İsra ve Miracımız’ yani ‘Yüce Yaratıcıya yakınlaşma ve ulaşmamız’; -bu geceki nafile namaz ve gündüzündeki nafile oruçlarımızdan öte-, ‘Bakara Suresi’nin 285-286. ayetleri ile ‘İsra Suresi’nin 1-38. ayetlerini de yaşamımıza sokarak geceyi; toplumla beraber kutladığımız takdirde mümkün olacaktır. Biliyoruz ki vahiy  (Maide, 5/3) ve peygamberlik (Ahzab,  33/40) sona erdirilmiştir. Ancak her mü’min için ‘İsra ve Mirac’ ise; devam etmektedir. Yani herkese Allah’a yakınlaşma ve ulaşma fırsatı;  açık bırakılmıştır. Bunun için gün ve gecelerimizi sadece nafile namaz kılmak ve gündüzünde de nafile oruç tutmakla yetinmeden bunlardan ileriye  de  geçerek Bakara Suresinin 285-286. ve ‘İsra Suresi’nin 1-38. ayetlerdeki buyrukları;  yaşamımızın vazgeçilmezleri yapmak gerekmektedir.

       Bu temenni ile herkesin, ‘İsra ve Mirac Gece’si; mübarek olsun.